Pencereme Hoş geldiniz

                        Hayat hikayem ve bir efsane

                         İkinci Giriş,     Ocak 2012  

 

 

 

Değerli dostlarım,

2010 yılı başında Mete’nin internet sitesindeki pencerelerinden birine

Babamın penceresi  adı altında girmiştim.Sizlerden gördüğüm ilgi ve destek  bana bu derbeder yazılarımı devam ettirme cesaretini verdi.

Gördüklerimi, okuduklarımı, düşündüklerimi hatta güldüklerimi,  sizlerle paylaşmanın verdiği, onların unutulup gitmesini önlüyor  hissi, benim için  ayrı mutluluk  nedeni oldu.

Değerli dostlarım,

İnsanlar ,bir kimsenin bir işini, bir yaptığını hatta bir sözünü beğendiğinde  ve onu belirtmekte cömert olduğunda  ona verebileceği en büyük ödülü,en büyük gücü vermiş olur.

Bunları,ilk yazılarımı okuyan dostlarımdan aldığım övgülerin  yaptığı olumlu etkileri hissetmiş biri olarak yazıyorum.

Birinci Bölüm de Pencereme koyduğum yazıları oğlumun ,çok beğndiğim

Web sayfasınd bir şeyler yapmış olmak hevesi ile yazdım. Beklemediğim bir ilgi ile karşılaştım ve “öyle ise artık geri dönmek yok”dedim. Penceremin bu ikinci bölümünü böyle hazırladım.

Yazılarımı, sizlerin eseri olarak okuyun. Her şey için çok teşekkürler.

                          Hayat hikayem

Endokrinolojide Diyalog adlı tıbbi mecmuaya alınan Hayat hikayem şöyle:

1929 yılında İzmir'de doğdum. İzmir Atatürk Lisesi'nden mezun oldum. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde doktor, Cerrahpaşa Genel Cerrahi Kliniğinde uzman ve 1959 yılında doçent ve 1966 yılında profesör oldum.

Cerrahi eğitimim sırasında yeni gelişen endokrin cerrahisi konusuna özel ilgi duydum. Bu dalda cerrahi, diğer tıp dalları ile daha sıkı bir bütünlük içinde idi.

Temel tıp bilimlerinin her kolu endokrin cerrahisi uygulamalarında akılda tutulmak zorunda idi. Bu da endokrin cerrahisinin güç fakat ilginç yanı oluyordu.

1957 yılında başasistanlığım sırasında British Council in bursu ile bir yıl İngiltere de Sheffield Üniversitesi Endokrin Cerrahisi kliniğinde ve araştırma laboratuarında,

1961 ve 1964 de Almanya da Giessen Üniversitesi Cerrahi Kliniğinde,

1969 da Londra'da Hammersmith Postgraduate School da Profesör Selwyn Taylor' un, 1971 de Cleveland'da Crile Jr. ın yanında endokrin cerrahisinde çalıştım.

International Association of Endocrine Surgeons (IAES) ın üyesi oldum ve yönetim kurulu üyeliğine seçildim.

(25 yıl sonra da Mete aynı derneğin üyeliğine seçildi ve bir süre sonra o da yönetim kurulu üyesi oldu.)

Türkiye'den pek çok genç meslekdaşımın bu uluslararası değerdeki endokrin cerrahlarının yanında yetişmelerine yardımcı oldum.

Orlo Clark'ın “Textbook of Endocrine Surgery” adlı kitabında “Recurrent Thyroid Cancer'' bölümünü Mete ile birlikte yazdık.

1974-1980 yılları arasında Edirne Tıp Fakültesi'nin kuruluşunda görev aldım.

1981 de Türk Cerrahi Derneği, 1990 da Eurosurgery, 2003 te European Academy of Surgical Sciences kurucu üyesi ve başkanları olarak çalıştım.

1974-1980 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Senatosu üyeliği, Rektör yardımcılığı ve vekilliği yaptım.

Yarım yüzyılı bulan mesleki ve akademik hayatım süresince aktif siyasete ilgi duymadığım gibi üslendiğim idari görevler sırasında akademik ve mesleki çalışmalarıma ara vermemeye özen gösterdim.

Almanya ile tesisine çalıştığım yakın akademik ve bilimsel ilişkilere karşın Deutsche Geselschaft für Chirurgie' nin şeref üyeliği, Deutsche Akademie der Naturforscher Leopoldina'nın üyeliği veAlmanya Federal Cumhuriyeti'nin Liyakat Nişanı verildi. Komşu ülkelerle gerçekleştirdiğim mesleki ve bilimsel temaslar nedeni ile Yunanistan, Bulgaristan, Makedonya ve Romanya Ulusal Cerrahi Derneklerinin fahri üyelikleri verildi.

Giessen Üniversitesi ile Cerrahpaşa Tıp Fakültesi arasında gerçekleşen yakın ve faydalı ilişkilerimizi 30 yıldan beri devam ettirmem nedeniyle 2005 yılında adı geçen üniversite tarafından Fahri Doktorluk ünvanı verildi.

1994 yılında Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nden emekli oldum. O tarihten beri Alman hastanesi tıbbi direktörü olarak çalışmaktayım.

Dr.Mücella Düren ile evliyim. Bir kızım ve bir oğlum var. Kızım Dr. phil. Ayşegül Franke İstanbul Üniversitesi Yabancı Diller Bölümü Başkan yardımcısı,

Oğlum Profesör Dr.Mete Düren yetiştirdiğim endokrin cerrahlarından biri olarak Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı'nda çalışmaktadır.

 

 

 

Simurg efsanesi

Hayat hikayem ile kendimi size tanıttıktan sonra Simurg başlığı altında hakkımda düzenlenen bir yazıyı bana kalsa penceremden göstermezdim.

Yalnız, yazıda çok beğendiğim bir Duayen tarifi vardı. Onu okuyan bir arkadaşım bu tarif için ‘'yazının bir fotokopisini alabilir miyim?'' dediğinde, bir gün sizin de işinize yarayabilir düşüncesi ile kalmasına razı oldum. Eski tabirle ‘'efradını cami ağyarını mani'' bir tarif olmuş. Açıklamasını isterseniz (gerekenleri içermiş, ilgisizleri dışarıda bırakmış) denebilir. Hemen sadece tarifler için kullanılan bir deyimdir. Yoksa muradım kendimden bahseden bir yazıya yer vermek değildi.

  ‘'Muradım ‘' kelimesini amacım anlamında kullandım ama bunu da Sultan 2.Mahmud'un 1839 da Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane adlı zamanın modern bir Tıp Fakültesini açarken yaptığı konuşmadan aldım:

Fransızca konuşan öğretim üyeleri ile öğretime başlandığı için buna değinmek isteyen 2.Mahmud : ‘'Ordumun ve ülkenin acilen iyi yetişmiş hekimlere ihtyacı vardır. Bu konuda yazılmış kitaplarımız yetersizdirMuradım sizlere Fransızca öğretmek değil bir an önce iyi yetişmenizi sağlamaktır. En kısa zamanda kendi dilimizle öğretime geçilecektir ‘' demiş ve nitekim geçilmiştir de.

  Bugün yabancı dille öğretim furyası içine giren özel Üniversiteler için bir şey söylemek istemiyorum. Yalnız, başarılı bir yabancı dil öğretmek başka, öğretimi yabancı dil öğretme çabasına feda etmek başka şeydir.

 

Bu bir sayfalık yazı içinde düşünceden düşünceye atladığımı farkedince fikirlerin böyle sağa sola kaçışına fuge des İdee dendiğini ve psikiyatride bir belirti olarak alındığını hatırladım. Psikiyatrde uzman olan  gelinim Dr Rahşan Düren e  sordum:

‘' Fazla değilse herkeste olur, önemi yok'' deyince rahatladım.

  Şimdi gelelim tanıtım yazısındaki Simurg başlığına… Birçoklarımıza yabancı olacağını tahmin ettiğim bu terimin bir efsaneden geldiğini öğreniyoruz .

Endokrinolojide diyalog adlı Dergide Simurg Başlığı altında çıkan ve ‘'Duayen''i de tarif eden tanıtım yazısından:

                                            SİMURG  

Her meslek grubunda duayen tanımı, ‘'bir ömür boyunca damıtılan özverinin, öncesiz yaratının, örnek alınmanın ve aydınlığı çoğaltmanın sonucunda alınan bir sıfat olmuştur. Özel kişiler arasında en özele bu sıfat yakıştırılırken kutlama, alkış, ödül, tebrik ve takdir artık çok gerilerde kalır. Onun varlığı,  tanıyanlar için ödül, beraber çalışma şansını yakalayanlar için şereftir''. Ülkemizde Endokrin Cerrahisini kuran, geliştiren ve bizlere bu yolu açan SayınProf.Dr.Erol Düren hocamızı bu sayımızda ağırlamaktan onur duyuyoruz.

 

 

                    SİMURG EFSANESİ NEDİR ?  

Rivayet olunur ki, kuşların hükümdarı olan Simurg ( Zümrüd-ü Anka, ya da batıda bilinen adıyla Phoenix ), Bilgi Ağacı'nın dallarında yaşar ve her şeyi bilirmiş.Bu kuşun özelliği gözyaşlarının şifalı olması ve yanarak kül olmak suretiyle ölmesi, sonra kendi küllerinden yeniden dirilmesidir..... 

Kuşlar Simurg'a inanır ve onun kendilerini kurtaracağını düşünürmüş. Kuşlar dünyasında her şey ters gittikçe onlar da Simurg'u bekler dururlarmış. Ne var ki, Simurg ortada görünmedikçe kuşkulanır olmuşlar ve sonunda umudu kesmişler. 
Derken bir gün uzak bir ülkede bir kuş sürüsü Simurg'un kanadından bir tüy bulmuş. Simurg'un var olduğunu anlayan dünyadaki tüm kuşlar toplanmışlar ve hep birlikte Simurg'un huzuruna gidip yardım istemeye karar vermişler. 

Ancak Simurg'un yuvası, etekleri bulutların üzerinde olan Kaf Dağı'nın tepesindeymiş. Oraya varmak için ise yedi dipsiz vadiyi aşmak gerekirmiş, hepsi birbirinden çetin yedi vadi... İstek, aşk, marifet, istisna, tevhid, hayret ve yokluk vadileri... 

Kuşlar, hep birlikte göğe doğru uçmaya başlamışlar. İsteği ve sebatı az olanlar, dünyevi şeylere takılanlar yolda birer birer dökülmüşler. Yorulanlar ve düşenler olmuş... 

"Aşk denizi"nden geçmişler önce...". "Ayrılık vadisi"nden uçmuşlar...". "Hırs ovası"nı aşıp, "kıskançlık gölü"ne sapmışlar... Kuşların kimi "Aşk denizi"ne dalmış, kimi "Ayrılık vadisi"nde kopmuş sürüden... Kimi hırslanıp düşmüş ovaya, kimi kıskanıp batmış göle... 

Önce Bülbül geri dönmüş, güle olan aşkını hatırlayıp; 
Papağan o güzelim tüylerini bahane etmiş (oysa tüyleri yüzünden kafese kapatılırmış); 
Kartal, yükseklerdeki krallığını bırakamamış; 
Baykuş yıkıntılarını özlemiş; 
Balıkçıl kuşu bataklığını. 

Yedi vadi üzerinden uçtukça sayıları gittikçe azalmış. Ve nihayet beş vadiden geçtikten sonra gelen Altıncı Vadi "şaşkınlık" ve sonuncusu Yedinci Vadi "yokoluş"ta bütün kuşlar umutlarını yitirmiş... Kaf Dağı'na vardıklarında geriye otuz kuş kalmış. 

Sonunda sırrı, sözcükler çözmüş: Farsça "si", "otuz" demektir... murg" ise "kuş"... 
Simurg'un yuvasını bulunca ögrenmişler ki; "Simurg - otuz kuş" demekmiş.Onların hepsi Simurg'muş. Her biri de Simurg'muş. 30 kuş, anlar ki, aradıkları sultan, kendileridir ve gerçek yolculuk, kendine yapılan yolculuktur. 

Simurg Anka'yı beklemekten vazgeçerek, şaşkınlık ve yokoluşu da yaşadıktan sonra bile uçmayı sürdürerek, kendi küllerimiz üzerinden yeniden doğabilmek için kendimizi yakmadıkça, her birimiz birer Simurg olmayı göze almadıkça bataklığımızda, tüneklerimizde ve kafeslerimizde yaşamaktan kurtulamayacağız. Şimdi kendi gökyüzünde uçmak zamanıdır..

Bu günkü sohbetimde Simurg kuşu gibi daldan dala atladım. Başka bir gün penceremi tıklatırsanız başka şeyler anlatırım.

Penceremi ‘'tık''latan değerli dostlarım,

Bugünlük bu kadar. Yine görüşmek üzere penceremi kapatıyorum.

SİMURG EFSANESİ NEDİR ?  

Rivayet olunur ki, kuşların hükümdarı olan Simurg ( Zümrüd-ü Anka, ya da batıda bilinen adıyla Phoenix ), Bilgi Ağacı'nın dallarında yaşar ve her şeyi bilirmiş.Bu kuşun özelliği gözyaşlarının şifalı olması ve yanarak kül olmak suretiyle ölmesi, sonra kendi küllerinden yeniden dirilmesidir..... 

Kuşlar Simurg'a inanır ve onun kendilerini kurtaracağını düşünürmüş. Kuşlar dünyasında her şey ters gittikçe onlar da Simurg'u bekler dururlarmış. Ne var ki, Simurg ortada görünmedikçe kuşkulanır olmuşlar ve sonunda umudu kesmişler. 
Derken bir gün uzak bir ülkede bir kuş sürüsü Simurg'un kanadından bir tüy bulmuş. Simurg'un var olduğunu anlayan dünyadaki tüm kuşlar toplanmışlar ve hep birlikte Simurg'un huzuruna gidip yardım istemeye karar vermişler. 

Ancak Simurg'un yuvası, etekleri bulutların üzerinde olan Kaf Dağı'nın tepesindeymiş. Oraya varmak için ise yedi dipsiz vadiyi aşmak gerekirmiş, hepsi birbirinden çetin yedi vadi... İstek, aşk, marifet, istisna, tevhid, hayret ve yokluk vadileri... 

Kuşlar, hep birlikte göğe doğru uçmaya başlamışlar. İsteği ve sebatı az olanlar, dünyevi şeylere takılanlar yolda birer birer dökülmüşler. Yorulanlar ve düşenler olmuş... 

"Aşk denizi"nden geçmişler önce...". "Ayrılık vadisi"nden uçmuşlar...". "Hırs ovası"nı aşıp, "kıskançlık gölü"ne sapmışlar... Kuşların kimi "Aşk denizi"ne dalmış, kimi "Ayrılık vadisi"nde kopmuş sürüden... Kimi hırslanıp düşmüş ovaya, kimi kıskanıp batmış göle... 

Önce Bülbül geri dönmüş, güle olan aşkını hatırlayıp; 
Papağan o güzelim tüylerini bahane etmiş (oysa tüyleri yüzünden kafese kapatılırmış); 
Kartal, yükseklerdeki krallığını bırakamamış; 
Baykuş yıkıntılarını özlemiş; 
Balıkçıl kuşu bataklığını. 

Yedi vadi üzerinden uçtukça sayıları gittikçe azalmış. Ve nihayet beş vadiden geçtikten sonra gelen Altıncı Vadi "şaşkınlık" ve sonuncusu Yedinci Vadi "yokoluş"ta bütün kuşlar umutlarını yitirmiş... Kaf Dağı'na vardıklarında geriye otuz kuş kalmış. 

Sonunda sırrı, sözcükler çözmüş: Farsça "si", "otuz" demektir... murg" ise "kuş"... 
Simurg'un yuvasını bulunca ögrenmişler ki; "Simurg - otuz kuş" demekmiş.Onların hepsi Simurg'muş. Her biri de Simurg'muş. 30 kuş, anlar ki, aradıkları sultan, kendileridir ve gerçek yolculuk, kendine yapılan yolculuktur. 

Simurg Anka'yı beklemekten vazgeçerek, şaşkınlık ve yokoluşu da yaşadıktan sonra bile uçmayı sürdürerek, kendi küllerimiz üzerinden yeniden doğabilmek için kendimizi yakmadıkça, her birimiz birer Simurg olmayı göze almadıkça bataklığımızda, tüneklerimizde ve kafeslerimizde yaşamaktan kurtulamayacağız. Şimdi kendi gökyüzünde uçmak zamanıdır..

Bu günkü sohbetimde Simurg kuşu gibi daldan dala atladım. Başka bir gün penceremi tıklatırsanız başka şeyler anlatırım.

Penceremi ‘'tık''latan değerli dostlarım,

Bugünlük bu kadar. Yine görüşmek üzere penceremi kapatıyorum.

 

                               *******************